Friday, May 4, 2007

Ceviri Hikaye 1: Korku ve Gizem Hikayeleri--Sir Arthur Conan Doyle

Böcek Avcısı Tuhaf bir deneyim mi? diye sordu doktor. Evet , dostlarım, gerçekten de çok tuhaf bir deneyim yaşadım. Böyle bir deneyimi bir daha yaşamayı ummuyorum doğrusu, çünkü bir insanın hayatında bu türden iki olayın meydana gelme olasılığı çok azdır. Bana inanıp inanmamakta özgürsünüz ama olaylar tam da anlatacağım gibi oldu. Daha yeni doktor olmuştum ama henüz çalışmaya başlamamıştım ve Gower Caddesi’nde kendime daire tutmuştum. O zamandan bu yana caddenin numarası değişti ama ev Metro İstasyonu’ndan giderken sol tarafta bombeli pencereli tek evdi. Murchison adlı dul bir kadın o sıralar evin sahibiydi ve üç tıp öğrencisi ile bir mühendisi kiracı almıştı. Ben en üst katta kalıyordum. Bu en ucuz oda olduğu halde yine de bütçemi aşıyordu. Zaten az olan birikimlerim eriyip gitmekteydi ve her hafta yapacak bir iş bulmam daha da elzem hale geliyordu. Ancak pratisyen doktorluk yapmaya gönülsüzdüm, çünkü kalbim bilimden, özellikle de güçlü bir eğilimim olan zoolojiden yana atıyordu. Artık neredeyse mücadeleden vazgeçip tıbbi angarya hayatına kendimi bırakmıştım ki, çabalarımın yön veren çok olağanüstü bir olay oldu. Bir sabah gazeteyi açmış göz gezdiriyordum. Doğru dürüst hiçbir haber yoktu ve gazeteyi elimden atmak üzereydim ki gözüm şahsi ilanlar köşesinin üst tarafındaki bir ilana takıldı. Şu şekilde kaleme alınmıştı: "Bir tıp doktorunun hizmetine bir kaç günlüğüne ihtiyaç vardır. Güçlü bir fiziğe, sağlam sinirlere ve kararlı bir yapıya sahip olması şarttır. Aynı zamanda entomolojist (böcek uzmanı) olmalıdır—koleopteristler (kınkanatlılar konusunda uzmanlar) tercih sebebidir. Başvurular şahsen ve bugün öğleden önce 77B, Brook Caddesi’ne yapılmalıdır." Deminde dediğim gibi zoolojiye çok meraklıydım. Zoolojinin bütün bölümleri içinde de böcekler beni en çok cezbeden araştırma konularıydı ve böcekler içinde de en aşina olduğum tür bokböceği idi. Kelebek koleksiyoncuları bolca bulunur ama bokböceği çok daha çeşitlidir ve bu adalarda kelebeklerden daha kolay bulunurlar. Zaten başlangıçta da bu yüzden ilgimi çekmişlerdi ve kendim de sayıları bir kaç yüzü bulan bir bokböceği çeşidi koleksiyonu yapmıştım. İlandaki diğer şartlara gelince, sinirlerimin yeterince sağlam olduğunu biliyordum ve hastaneler arası spor müsabakalarında ağırlık atma birincisi olmuştum. Açıkçası, bu iş için biçilmiş kaftandım. İlanı okuduktan beş dakika sonra bir arabaya atlayıp Brook Caddesi’nin yolunu tutmuştum. Yolda kafamda bu meseleyi evirip çevirmeye ve böylesi nitelikleri gerektiren bu garip işin nasıl birşey olduğunu tahmin etmeye çalıştım. Güçlü bir fizik, sağlam bir yapı, tıp eğitimi, bokböceği hakkında bilgili olma—bu farklı nitelikler arasında nasıl bir bağlantı olabilirdi? Ve sonra bir de bunun ilanda belirtildiği üzere geçici bir iş olması gibi hayal kırıklığı yaratıcı bir yönü vardı. Mesele üstünde ne kadar düşündüysem o kadar anlaşılmaz bir hal alıyordu; ama düşünüp taşınıp aynı yere varıyordum, ne olursa olsun kaybedecek bir şeyim yoktu, bütün kaynaklarımı tüketmiştim ve ne kadar zor olursa olsun cebime girecek bir kaç kuruş dürüst kazanılmış para için her maceraya atılmaya hazırdım. Kaybedeceklerinin bedelini ödemek zorunda olan bir adam başarısızlıktan korkar ama zaten talihin bana verebileceği hiç bir ceza kalmamıştı. Ben şansını denemesine izin verilen cebi delik bir kumarbaz gibiydim. Brook Caddesi 77B numaralı ev köhne ama yine de heybetli boz renkli ve düz duvarlıydı, Kral George dönemi mimarisinin bir özelliği olan yoğun saygınlığa ve katılığa sahipti. Arabadan inerken genç bir adamın kapıdan çıkıp caddede hızlı adımlarla yürümeye başladığını gördüm. Yanımdan geçerken bana meraklı ve sanki kötü bir bakış fırlattığını farkettim ve bunu iyiye yordum,çünkü reddedilmiş bir adaya benziyordu ve benim başvurum onu kızdırdıysa bu işe henüz kimse alınmadı demekti. Umutla geniş basamakları çıktım ve ağır kapı tokmağını vurdum. Pudralı ve özel üniformalı bir uşak kapıyı açtı. Belli ki varlıklı ve modern insanlarla muhatap olacaktım. "Evet efendim?" dedi uşak. "İlan için..." "Elbette efendim" dedi uşak. "Lord Linchmere sizi derhal kütüphanede kabul edecek." Lord Linchmere! Bu ismi hayal meyal hatırlar gibiydim ama o an onun hakkında hiçbirşey aklıma gelmiyordu. Uşağın takip ettim ve sıra sıra kitaplarla çevrili büyük bir odaya alındım. Bir yazı masasının arkasında ufak tefek temiz traşlı geriye taranmış uzun gri saçlı hoş bir adam oturuyordu. Bu adam sağ elinde uşağın uzattığı kartı tutarken beni tepeden tırnağa keskin delici bakışlarla süzdü. Sonra hoş bir gülümsemeyle "İlanıma yanıt vermek için mi buradasınız Dr. Hamilton?" diye sordu. "Evet efendim."En azından dıştan bakıldığında istediği özelliklere sahip olduğumu hissetmiştim. "İstenilen özelliklere sahip misiniz?" "Öyle olduğuna inanıyorum." "Güçlü bir adamsınız, en azından görünüşünüzden bu sonucu çıkarıyorum. "Epeyce güçlü olduğuma inanıyorum." "Aynı zamanda kararlı mısınızdır?" "Öyle sanırım." "Ani tehlikeyle burun buruna gelme duygusunu bilir misiniz?" "Hayır, bilirim diyemem." "Ama böyle bir durumda soğukkanlılığınızı koruyabileceğinizi ve çabuk davranabileceğinizi düşünüyorsunuzdur sanırım?" "Umarım öyle olur." "Umarım öyledir. Sizin için yeni olan bir durumda ne yapacağınızdan eminmiş numarası yapmadığınız için size olan güvenim daha da artıyor. İzlenimim o ki, kişisel özellikler açısından siz tam aradığım kişisiniz. Bunu hallettiğimize göre bir sonraki konuya geçebiliriz." "Bir sonraki konu?" "Bana bokböceğinden bahsetmeniz konusu." Acaba şaka mı yapıyor diye göz ucuyla baktım ama tam tersi masasının üstüne hevesle dirseklerini dayamıştı ve gözlerinde endişe olarak nitelendirilebilecek bir ifade vardı. "Korkarım bokböceği hakkında birşey bilmiyorsunuz," diye haykırdı. "Tam tesine efendim, bu hakkında birşeyler bildiğimi düşündüğüm yegane bilimsel konudur." " Bunu duyduğuma çok memnun oldum. Lütfen bana onlardan bahsedin." Konuşmaya başladım. Konuyla ilgili orijinal birşey söylediğimi iddia etmiyorum, ama bokböceğinin özelliklerini kısaca toparladım ve daha yaygın bulunan türlerin şöyle bir üstünden geçtim, kendi küçük koleksiyonumdaki örneklere ve Entomoloji Bilimi Dergisi’ne gönderdiğim “Bokböceklerini Gömmek” isimli makaleme birkaç gönderme yaptım. "Ne! Bir koleksiyoncu mu?" diye bağırdı Lord Linchmere. "Yani siz bir koleksiyoncu musunuz?" Gözleri heyecanla titriyordu. "Siz kesinlikle Londra’da amacıma uygun yegane insansınız. Beş milyon kişi içinde böyle birinin olması gerektiğini düşünmüştüm ama asıl zorluk bu kişiyi bulmaktı. Sizi bulduğum için gerçekten çok şanslıyım." Masanın üstündeki gongu çaldı ve uşak içeri girince ona “Leydi Rossiter’a lütfen buraya kadar gelmesini söyleyebilir misin," dedi lord hazretleri. Ve birkaç dakika sonra leydi odaya alındı. Lord Linchmere’a çok benzeyen aynı çabuk aceleci yüz ifadesine ve kır saçlara sahip ufak tefek orta yaşlı bir kadındı. Ancak lordun yüzünde gözlemlediğim endişe ifadesi hanımın yüzünde çok daha belirgindi. Yüzüne çok derin bir acının gölgesi düşmüş gibiydi. Lord Linchmere beni tanıştırırken Leydi yüzünü tamamen bana döndü ve sağ kaşının üzerinde uzanan yarı iyileşmiş bir yarayı görünce şoke oldum. Yara kısmen yara bantıyla kapatılmıştı ama yine de ciddi ve yeni bir yara olduğunu görebiliyordum. "Dr. Hamilton tam amacımıza uygun birisi, Evelyn," dedi Lord Linchmere. "Kendisi bir bokböceği koleksiyoncusu ve bu konuda yazılmış makaleleri var." "Sahi mi!" dedi Leydi Rossiter. "Öyleyse kocamı duymuş olmalısınız. Bokböceği hakkında biraz bilgi sahibi herkes Sör Thomas Rossiter’ı duymuş olmalıdır." İlk kez bu muamma iş hafiften aydınlanmaya başlamıştı. İşte sonunda bu insanlarla bokböceği arasında bir bağlantı kurulmuştu. Sör Thomas Rossiter bu konuda dünya çapında bir otoriteydi. Hayatını bu konuda çalışmaya adamıştı ve çok kapsamlı bir eser yazmıştı. Hemen bu eseri okuyup faydalandığımı belirterek onu rahatlattım. "Kocamla tanıştınız mı?" diye sordu. "Hayır." "Ama tanışacaksınız," dedi Lord Linchmere, kararlı bir şekilde. Leydi çalışma masasının yanında ayakta duruyordu ve elini lordun omzuna koymuştu. Yüzlerini beraber gördüğümde kardeş olduklarını açıkça anlayabildim. "Buna gerçekten hazır mısın, Charles? Bu yaptığın çok soylu bir davranış ama beni çok korkutuyorsun." Sesi endişe ile titredi ve saklamaya çalışmasına rağmen lord da eşit derecede duygulanmış görünüyordu. "Evet, evet hayatım; herşey ayarlandı, kararlaştırıldı; esasında görebildiğim kadarıyla başka yolu da yok." "Aslında bir yol var." "Hayır, hayır, Evelyn, seni asla terketmeyeceğim--asla. Herşey yoluna girecek—buna güvenebilirsin; herşey yoluna girecek ve şüphesiz böyle mükemmel bir aracı bulmamızda da Tanrı’nın eli var gibi gözüküyor ." Durumum mahçubiyet vericiydi, çünkü o an için benim varlığımı unutmuş gibi görünüyorlardı. Ama Lord Linchmere aniden bana döndü. "Sizi istediğim iş için, Dr. Hamilton, kendinizi tamamen benim hizmetime vermeniz gerekiyor. Benimle kısa bir yolculuğa çıkmanızı, hep yanımda kalmanızı ve sizden ne istersem isteyeyim size mantıksız da gelse soru sormadan yerine getirmenizi istiyorum." "Çok fazla şey istiyorsunuz," dedim. "Ne yazık ki daha açık anlatamam çünkü ben de olayların nasıl gelişeceğini bilmiyorum. Ancak emin olabilirsiniz ki sizden vicdanınızın onaylamayacağı hiçbirşey yapmanız istenmeyecek; ve size söz veririm herşey bittiğinde böyle iyi bir işe karışmış olmaktan gurur duyacaksınız." "Tabii eğer mutlu sonla biterse," dedi leydi. "Kesinlikle; eğer mutlu sonla biterse," diye yineledi lord hazretleri. "Peki şartlar nedir?" diye sordum. "Günde yirmi sterlin." Miktar beni şaşırtmıştı. Şaşkınlığım yüzüme yansımış olmalıydı. "İlk okuduğunuzda ilanda da dikkatinizi çekmiş olmalı, istenilenler hakikaten nadir bulunan özelliklerin bir karışımı," dedi Lord Linchmere; "böyle çeşitli özellikler yüksek bir karşılığı hakkedebilir ve görevlerinizin meşekkatli ve hatta tehlikeli olabileceğini sizden gizlemeyeceğim. Üstelik, bir iki gün içinde meseleyi sonuçlandırabiliriz." "Lütfen öyle olsun Tanrım!" diye iç geçirdi kızkardeşi. "Öyleyse, Dr. Hamilton, yardımınıza güvenebilir miyim?" "Kesinlikle," dedim. "Bana görevlerimin ne olduğunu söylemeniz yeterli." "İlk göreviniz eve dönmek olacak. Taşraya yapacağımız kısa bir seyahatte gerekli olabilecek bir kaç parça eşyayı toplayacaksınız. Paddington İstasyonu’ndan bu öğleden sonra saat 3:40 birlikte yola çıkacağız." "Uzağa mı gidiyoruz?" "Sadece Pangbourn’a kadar. Kitap tezgahının önünde 3:30ta buluşalım. Biletler bende olacak. Hoşçakalın, Dr. Hamilton! Ve unutmadan eğer varsa yanınızda getirirseniz çok memnun olacağım iki şey olacak. Birisi böcek toplama çantanız ve diğeri de bir sopa, ne kadar kalın ve ağır olursa o kadar iyi." Brook Caddesi’nden ayrıldıktan sonra Lord Linchmere ile Paddington’da buluşana kadar geçen süre içinde tahmin edersiniz ki düşünecek çok şeyim vardı. Bütün bu inanılmaz işler beynimin içinde kaleydeskop şekilleri halinde dönüp duruyordu. Hepsi birbirinden inanılmaz bir düzine açıklama üretiyordum. Ama içimde gerçeğin de inanılmaz olması gerektiğine dair bir his vardı. En sonunda bir çözüm bulma çabalarını bir kenara bıraktım ve almış olduğum talimatlara tam olarak uymakla yetinmeye karar verdim. Bir el çantası, örnek kutusu ve büyükçe bir baston ile Paddington’daki kitap tezgahının önünde bekliyordum ki Lord Linchmere çıkageldi. Düşündüğümden de ufak tefek bir adamdı—sabaha kıyasla daha sinirli bir tavır içindeydi. Uzun kalın ve bol bir seyahat paltosu giymişti ve elinde de sopa vardı. "Biletler bende," dedi perona yönelirken. "Trenimiz bu. Bir kompartman ayırttım, çünkü seyahat esnasında size bir kaç şey anlatmayı çok istiyorum." Ancak bana anlatacakları bir cümlede de özetlenebilirdi çünkü söyledikleri orada onu korumak amacıyla bulunduğum ve hiç bir şart altında kendisini yalnız bırakmamam gerektiği türünden hatırlatmalardı. Bunu yolculuk boyunca durmadan tekrarladı, özellikle yolculuğun sonlarına doğru gittikçe artan bir sıklıkta. Sinirlerinin harab olduğu belliydi. "Evet," dedi en sonunda sözlerimden ziyade bakışlarıma cevaben, "SİNİRLERİM BOZUK, Dr. Hamilton. Hep çekingen biri olmuşumdur ve çekingenliğim sağlığımın pek yerinde olmamasından kaynaklanmaktadır. Ama ruhum sağlamdır ve daha az heyecanlı birinin çekineceği türden bir tehlikeyle rahatlıkla yüzleşebilirim. Şu an yapmakta olduğum şey bir dürtü değil ama görev duygusundan kaynaklanıyor, yine de şüphesiz yüksek bir risk aynı zamanda. Eğer durum kötüye giderse, azizlik mertebesine yükselebilirim." Bu bitmez tükenmez bilmece okumaları artık dayanılmaz olmuştu. Buna bir son vermem gerektiğini hissettim. "Sanırım efendim eğer bana tamamen güvenirseniz çok daha iyi olur," dedim. "Nereye gittiğimizi, hedefimizin ne olduğunu görmeden etkin biçimde hareket etmek benim için imkansız." "Ha, nereye gittiğimize gelince, bu konuda gizeme gerek yok," dedi; "Delamere Court’a, eserleri ile gayet aşina olduğunuz Sör Thomas Rossiter’ın evine gidiyoruz. Ziyaretimizin tam sebebine gelince, şu aşamada size tam manasıyla açılmakla birşey kazanabileceğimizi düşünmüyorum, Dr. Hamilton. Size söyleyebilirim ki biz—biz diyorum çünkü kızkardeşim Leydi Rossiter da benimle aynı görüşte—bir aile skandalını önleme amacıyla hareket etmekteyiz. Böyle olunca da anlayacağınız kesin gerekmedikçe size açıklama yapmaktan imtina etmekteyim. Şayet sizin tavsiyenizi isteyecek olursam o başka tabii, Dr. Hamilton. Hali hazırda sizden sadece etkin yardım istiyorum ve bunu en iyi şekilde nasıl yapabileceğinizi size zaman zaman belirteceğim." Daha fazla söylenebilecek birşey yoktu ve fakir bir insan günde yirmi sterlin için epeyce şeye katlanabilirdi ama yine de Lord Linchmere bana kötü davranıyordu. Beni pasif bir alete dönüştürmek istiyordu, tıpkı elindeki sopa gibi. Bununla beraber, onunki gibi hassas bir bünye için skandalın ne kadar vahim bir durum olabileceğini tahmin edebiliyordum ve başka çare kalmadıkça bana açılmayacağını anlamıştım. Esrar perdesini çözmek için kendi gözlerime ve kulaklarıma güvenmeliydim ama onlara boşuna güvenmemem gerektiğine de inanıyordum. Delamere Court Pangbourne İstasyonu’nundan en az beş mil ötedeydi ve bu mesafeyi üstü açık bir arabada katettik. Lord Linchmere bu süre içinde derin düşüncelere dalmış bir vaziyette eve yaklaşana kadar ağzını açmadan oturdu. Konuştuğunda da beni şaşırtan bir bilgi verdi. "Belki farkında değilsiniz," dedi, "ben de sizin gibi bir doktorum" "Hayır efendim farkında değildim." "Evet, gençken diplomamı aldım. Çalışma fırsatım olmadı ama yine de eğitimin faydasını gördüm. Tıbba adadığım yıllar için hiç pişmanlık duymadım. Delamere Court’un kapısına geldik." Armalı canavarlarla süslü iki yüksek sütunun önündeydik. Canavarlar kıvrılarak uzayan geniş bir yolun girişindeydi. Defne çalılıkları ve rododendronlar üzerinden uzun sivri çatılı bir malikane görüyordum. Ev sarmaşıklarla sarılı ve eski tuğla duvarların sıcak, neşeli ve yumuşak parıltısı ile uyumlu idi. Gözlerim hala hayranlıkla bu harikulade eve kilitlenmişti ki yol arkadaşım heyecanla kolumdan çekiştirmeye başladı. "İşte Sör Thomas," diye fısıldadı. "Lütfen bokböceği hakkında bildiğiniz herşeyi anlatın." Uzun boylu, tuhaf biçimde kemikli ince bir adam defne çalılığındaki bir açıktan çıkageldi. Elinde bir çapa tutuyordu ve bahçıvan eldivenleri giyiyordu. Geniş kenarlı gri şapkası yüzünü gölgeliyordu ama bana aşırı sert bir yüz gibi geldi, bakımsız bir sakalı ve sert, alışılmamış yüz hatları vardı. Arabamız durdu ve Lord Linchmere aşağı atladı. "Sevgili Thomas, nasılsınız?" dedi içtenlikle. Ama bu içtenlik kesinlikle karşılıklı değildi. Ev sahibi kayınbiraderinin omzundan bana kızgın bakışlar fırlatmaktaydı ve ben bölük pörçük cümleler yakaladım--"iyi bilinen istekler . . . yabancılardan nefret . . . haksız müdahale . . .kesinlikle affedilemez." Sonra mırıldanılan bir açıklama geldi ve ikisi birden arabanın yanına geldiler. "Sizi Sör Thomas Rossiter’le tanıştırayım, Dr. Hamilton," dedi Lord Linchmere. "Ortak zevkleriniz olduğunu keşfedeceksiniz." Eğilerek selam verdim. Sör Thomas kaskatı duruyordu ve geniş şapkasının altından bana sert sert bakıyordu. "Lord Linchmere bana bokböceği hakkında birşeyler bildiğinizi söylüyor," dedi. "Bokböceği hakkında ne biliyorsunuz?" "Kınkanatlı hakkında sizin kitabınızdan öğrendiklerimi biliyorum, Sör Thomas," diye cevap verdim. "Britanya bokböceğinin iyi bilinen türlerinin isimlerini söyleyiniz," dedi. Bir sınav beklemiyordum ama neyseki hazırlıklıydım. Cevaplarım onu memnun etmişe benziyordu çünkü yüz hatları gevşemişti. "Kitabımdan birşeyler öğrenmişe benziyorsunuz, beyefendi" dedi. "Bu konularla zekice ilgilenen birilerini bulmak benim için nadir bir olaydır. İnsanlar spor veya cemiyet olayları gibi önemsiz şeyler için zaman ayırabiliyorlar ama böcekler hep ihmal ediliyorlar. Sizi temin ederim ülkenin bu bölgesindeki aptalların büyük bir kısmı benim bir kitap yazmış olduğumdan bile habersizler--benim, elitranın gerçek işlevini ilk tasvir eden adamın. Sizi gördüğüme memnun oldum, beyefendi ve size şüphesiz ilginizi çekecek birkaç örnek gösterebilirim." Arabaya bindi ve bizimle eve kadar geldi ve yolda bana uğur böceğinin anatomisi ile ilgili yaptığı son araştırmaları anlattı. Size daha önce Sör Thomas Rossiter’in kaşlarına inen geniş bir şapka taktığını söylemiştim. Hole girdiğinde şapkasını çıkardı ve hemen şapkanın gizlemiş olduğu bir özelliği farkettim. Zaten geniş olan alnı dökülen saçları yüzünden daha da geniş görünüyordu ve sürekli hareket halindeydi. Sinirsel bir gevşeme kasları sürekli bir spazm halinde tutuyordu ve bu da bazen tik bazen de daha önce hiç görmediğim garip bir dönme hareketine sebep oluyordu. Çalışma odasına girdikten sonra bize döndüğünde bu bariz bir biçimde görülebiliyordu ve oynayan kaşların altından bakan sert, sabit gri gözleri ile kontrast oluşturduğu için daha da çarpıcı duruyordu. "Kusura bakmayın," dedi, "Leydi Rossiter burada değil, sizi yalnız karşılamak durumundayım. Bu arada, Charles, Evelyn ne zaman döneceği hakkında birşey söyledi mi?" "Birkaç gün daha şehirde kalmak istedi," dedi Lord Linchmere. "Bilirsiniz taşrada epey vakit geçirdiklerinde hanımların sosyal yükümlülükleri artar. Kızkardeşimin pek çok eski arkadaşı şu anda Londra’da." "Eh tabii o özgür bir kadın ve planlarını değiştirmek istemem ama geldiğinde çok memnun olacağım. Burada onsuz çok yalnızım." "Ben de zaten yalnızlık çektiğinizi düşünüp geldim. Genç arkadaşım, Dr. Hamilton, uzmanı olduğunuz konu ile o kadar ilgili ki benimle gelmesinin sizin için bir sakıcası olmayacağını düşündüm." "Ben gözlerden uzak bir hayat sürüyorum, Dr. Hamilton ve yabancılardan gittikçe daha az hoşlanıyorum," dedi ev sahibimiz. "Bazen sinirlerimin de eskisi gibi sağlam olmadığını düşünüyorum. Gençken böcek peşinde sağlıksız hastalıklı yerlerde çok koşturdum. Ama sizin gibi ahbap bir koleopteriste kapım her zaman açıktır ve koleksiyonuma bir göz atarsanız çok memnun olurum, sanırım Avrupa’nın en iyi koleksiyonu olduğunu söylersem abartmış olmam." Gerçekten de öyleydi. Alçak çekmeceli büyük meşe bir dolabı vardı ve burada düzenli bir şekilde etiketlenip istiflenmiş dünyanın her yerinden gelme siyah, kahverengi, mavi, yeşil ve benekli böcekler vardı. Arada bir iğneyle sabitlenmiş böcek sıraları üzerinde elini gezdirip nadide bir örnek alıyor ve büyük bir saygı ve ihtimamla onu değerli bir dini obje gibi tutuyor ve onu nasıl bulduğunu ve ona has özellikleri sıralıyordu. Belli ki anlayışlı bir dinleyici bulmak onun için sıradışı birşeydi ve akşam geç vakitlere değin anlattı da anlattı ta ki gong çalıp akşam yemeği için giyinme anonsu yapılıncaya kadar. Bütün bu zaman zarfınca Lord Linchmere ağzını bile açmadı sadece kayınbiraderinin yanında durdu ve ben onun mütemadiyen kayınbiraderine kaçamak meraklı bakışlar fırlattığına tanık oldum. Kendi yüz hatları da güçlü duygular, endişe, anlayış ve beklenti ifade ediyordu: Hepsini okur gibiydim. Lord Linchmere’in birşeyden korktuğunu ve birşeyler beklediğini anlayabiliyordum ama ne olduğunu çıkaramıyordum. Sessiz ama keyifli bir akşam geçirdik ve Lord Linchmere’in yarattığı sürekli gerilim duygusu olmasa kendimi tamamen rahat hissedecektim. Ev sahibimize gelince, tanışıklık ilerledikçe daha sevimli bir hal aldı. Uzaktaki karısından ve daha yeni yatılı okula gönderilen küçük oğlundan sık sık sevgiyle bahsediyordu. Ev, diyordu, onlarsız aynı olmuyor. Bilimsel çalışmaları olmasa, günleri nasıl geçirebileceğini bilmediğini söylüyordu. Akşam yemeğinden sonra bilardo odasında puro içtik ve sonunda da erkenden yatmaya gittik. Ve sonra ilk defa olarak Lord Linchmere’in bir kaçık olabileceği şüphesi aklımdan geçti. Ev sahibimiz odasına çekilince arkamdan yatak odama geldi. "Doktor," dedi, alçak ve aceleci bir sesle, "benimle gelmelisiniz. Geceyi benim odamda geçirmelisiniz." "Ne demek istiyorsunuz?" "Açıklamamayı tercih ederim. Ama bu sizin görevlerinizin bir parçası. Odam sizinkine yakın ve sabah uşak sizi uyandırmadan dönmüş olursunuz." "Ama neden?" diye sordum. "Çünkü yalnız kalmaktan çekiniyorum," dedi. "İşte bu yüzden, ille de bir sebep arıyorsanız." Bu bana tam manasıyla kaçıklık gibi göründü ama yirmi sterlin pek çok itirazı susturabilirdi. Peşinden odasına gittim. "Ee...o yatakta sadece bir kişilik yer var," dedim. "Ve orada sadece bir kişi yatacak," dedi. "Ya diğeri?" "Nöbet tutacak." "Neden?" diye sordum. "Saldırıya uğrayacağınızı düşünüyor gibisiniz." "Belki de öylerdir." "Öyleyse neden kapınızı kilitlemiyorsunuz?" "Belki saldırıya uğramak İSTİYORUMDUR." Bu durum bana gittikçe daha çok delilik gibi gözüküyordu. Ancak, boyun eğmekten başka çare yoktu. Omuzlarımı silktim ve boş şöminenin yanındaki koltuğa oturdum. "Nöbeti ben tutuyorum öyleyse?" dedim hüzünle. "Geceyi aramızda bölüşeceğiz. Eğer ikiye kadar siz nöbet tutarsanız, geriye kalan kısmı ben devralırım." "Pekala." "Beni ikide uyandırın öyleyse." "Öyle olsun." "Kulaklarınızı açık tutun ve herhangi bir ses duyarsanız beni anında uyandırın—anında, tamam mı?" "Bana güvenebilirsiniz." Onun kadar ciddi görünmeye çalıştım. "Ve Tanrı aşkına uyuya kalmayın," dedi ve sadece ceketini çıkartıp yatak örtüsünü üstüne çekip uyudu. Hüzünlü bir nöbetti, özellikle de aptalca olduğunu düşündüğüm için. Lord Linchmere’in Sör Thomas Rossiter’in evinde tehlikede olduğunu düşünmek için geçerli bir sebebinin olduğunu varsaysak bile, neden kapısını kilitleyip kendisini korumuyordu?" Kendi cevabı, yani saldırıya uğramak istiyor olması gülünçtü. Neden saldırıya uğramak istesindi ki? Ve kim ona saldırmak isteyecekti? Belli ki, Lord Linchmere özel bir sanrıdan muzdaripti ve sonuç olarak ben aptal bir bahane yüzünden gece uykumdan olacaktım. Yine de, ne kadar saçma olursa olsun, onun için çalıştığım müddetçe emirlerine harfiyen uymaya kararlıydım. O nedenle, boş şöminenin yanında oturup koridordaki saatin monoton tiktaklarını ve her onbeş dakikada bir ding dong ötüşünü dinledim. Bitmek tükenmek bilmeyen bir nöbetti. Saatin tiktakları haricinde büyük eve tam bir sessizlik hakimdi. Kolumun yanında koltuğu aydınlatan küçük bir lamba duruyordu, odanın geri kalanı gölgedeydi. Yatakta Lord Linchmere sakin derin nefesler alıyordu. Onun bu sakin uykusunu kıskanıyordum. Gözkapaklarım ikidebir kapanıyordu ama her seferinde görev duygum imdadıma yetişiyordu ve dikelip gözlerimi ovuşturuyor, kendimi çimdikliyordum. Mantıksız nöbetimi sonuna kadar götürmeye kesin kararlıydım. Ve götürdüm de. Koridordan saatin ikiyi vurduğunu duydum ve omzuna dokunarak lordu uyandırdım. Anında doğruldu, yüzünde ilgi dolu bir ifade ile sordu "Bir şey mi duydunuz?" "Hayır efendim. Saat iki." "Pekala. Şimdi nöbeti ben devralıyorum. Siz uyuyabilirsiniz." Onun yaptığı gibi örtünün altına uzandım ve kısa sürede uykuya dalmışım. Son hatırladığım o lambanın ışığı ve Lord Linchmere’in endişeli yüzü ve büzülmüş oturan vücudu idi. Ne kadar uyudum bilmiyorum ama aniden kolumun çekiştirilmesi ile uyandım. Oda karanlıktı ama yoğun bir yağ kokusu bana lambanın o an söndürülmüş olduğunu söylüyordu. "Çabuk! Çabuk!" dedi Lord Linchmere'in sesi kulağıma. Yataktan fırladım. O hala kolumu çekiştiriyordu. "Bu taraftan!" diye fısıldadı ve beni odanın bir köşesine çekti. "Şişt! Dinleyin!" Gecenin sessizliğinde koridorda ilerleyen birinin ayak seslerini rahatça duyabiliyordum. Gizli, hafif ve her adımdan sonra ihtiyatla duraksayan bir adamın adımlarıydı bular. Bazen yarım dakika hiç ses gelmiyordu ve sonra tekrar harekete geçtiğini gösteren bir hışırtı ve çıtırtı geliyordu. Arkadaşım heyecandan titriyordu. Hala kolumu tutan eli rüzgarda yaprak gibi titriyordu. "Ne oldu?" diye fısıldadı. "Gelen o!" "Sör Thomas mı?" "Evet." "Ne istiyor?" "Şişşt! Ben söyleyene kadar hiçbirşey yapmayın." Birinin kapıyı zorladığını farkettim. Kapı kolu hafifçe tıngırdıyordu ve sonra ince bir ışık huzmesi gördüm. Koridorun sonunda bir yerlerde bir lamba yanıyordu ve odamızın karanlığında dışarıyı görünür kılmaya yetecek kadar ışık veriyordu. Işık yavaş yavaş genişledi ve sonra ortasında duran bir adam silueti gördüm. Çömelmiş emekliyordu ve kambur bir cüceye benziyordu. Kapı yavaşça sonuna kadar açıldı ve sonra bir anda çömelmiş adam ayağa fırladı ve odanın ortasına sıçrayan bir kaplan gibi yatağa pat pat pat üç darbe geldi. Öylesine şaşırmıştım ki hiç kıpırdamadan durup bakakaldım ta ki arkadaşımdan yardım çığlığı gelene kadar. Kapıdan sızan ışık eşyaların siluetini görmeme yetecek kadardı ve Lord Linchmere kolları kayınbiraderinin boynunda bir tazıya dişlerini geçirmiş kahramanca dayanan küçük bir av köpeği gibiydi. Uzun boylu kemikli adam çırpınıp saldırganını yakalamak için dönmeye çalışıyordu; ama diğeri arkadan onu kavramış bırakmıyor bir yandan da tiz korku dolu çığlıklar atıyor ve sanki bu çekişmede güçler dengesinin ne kadar adaletsiz olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Hemen imdadına koştum ve ikimiz birlikte dişlerini omzuma geçirmesine rağmen Sör Thomas’ı yere devirmeyi başardık. Gençliğime, kiloma ve gücüme rağmen, çılgın debelenmesini kontrol altına almak çok zordu; ama en sonunda giydiği sabahlığın kuşağı ile ellerini bağlamayı başardık. Lord Linchmere yeniden lambayı yakmaya çalışırken ben de Sör Thomas’ın ayaklarını tutuyordum. O sırada koridordan ayak sesleri geldi ve bağrışmalara uyanmış olan kahya ile iki uşak odaya daldılar. Onların da yardımıyla yerde ağzından köpükler saçarak kötü bakışlar fırlatan tutsağımızı etkisiz hale getirmede daha fazla zorlanmadık. Yüzüne bir kere bakmak tehlikeli bir manyak olduğunu anlamak için yeterliydi. Yatağın yanı başında duran kısa ve ağır çekiç niyetinin cinayet olduğunu göstermekteydi. Biz çırpınan adamı ayağa kaldırmaya çalışırken "Şiddet kullanmayın!" dedi Lord Linchmere. "Bu heyecandan sonra bir afallama dönemi yaşayacak. Sanırım başladı bile." O konuşurken kasılmalar şiddetini yitirdi ve delirmiş adamın başı sanki aniden uykuya dalmış gibi öne düştü. Onu koridorda taşıdık ve odasında yatağına yatırdık. Derin nefes alarak bilinçsiz yatıyordu. "Siz ikiniz onu izleyin," dedi Lord Linchmere. "Ve şimdi, Dr. Hamilton, benimle odama gelirseniz skandal korkusuyla fazlaca uzun bir süre ertelediğim açıklamayı yapacağım. Ne olursa olsun, bu geceki işteki payınızdan asla pişmanlık duymayacaksınız. "Bu olayları birkaç kelime ile aydınlatabilirim," diye devam etti yalnız kaldığımız zaman. "Zavallı kayınbiraderim dünyanın en iyi insanlarından biridir, sevecen bir koca, saygıdeğer bir babadır, ancak delilik ailesinde var. Birden fazla cinayet teşebbüsünde bulundu. Bunlar hep en sevdiği insanların hayatına yapılmış teşebbüsler olduklarından daha da üzücüler. Oğlu bu tehlikeden uzaklaşması için yatılı okula gönderildi. Daha sonra kızkardeşime, yani karısına saldırdı. Onunla Londra’da tanıştığınızda gözünüze çarpmış olabilecek yaralarla kurtuldu. Anlayacağınız aklı başındayken hiç birşey hatırlamıyor ve hangi şartlar altında olursa olsun bu kadar çok sevdiği insanları incitebileceği kendisine söylense kesinlikle inanmaz. Bildiğiniz gibi böyle hastalıkların bir özelliği genellikle muzdarip olan kişiyi buna inandırmanın imkansızlığıdır. "Bizim asıl amacımız tabii ki elini kana bulamadan önce onu engelleyebilmekti ama bu zor bir konuydu. Yalnızlığına düşkün bir adamdır ve doktora gözükmeyi kabul etmezdi. Ayrıca amaçlarımız açısından doktorun da onun deliliğine ikna olması gerekmekteydi ve bu nadir zamanlar dışında sizin benim kadar aklı başındadır. Ama neyseki bu saldırılardan önce her zaman belli bazı uyarıcı semptomlar gösterir, bunlar bizi gardımızı almamız için uyaran tehlike sinyalleridir. Bunların en belirgini sizin de gözlemlemiş olmanız gereken alnındaki sinir kasılmasıdır. Bu her zaman saldırılarından üç dört gün öncesinden beliren bir semptomdur. Bu sefer ortaya çıkar çıkmaz karısı bir bahaneyle şehre geldi ve Brook Caddesi’nde benim yanıma sığındı. " Sör Thomas'ın deliliğine bir doktoru inandırma işi de bana kaldı. Bu olmadan onu kimseye zarar veremeyeceği bir yere kapatmak mümkün olmayacaktı. İlk problem evine doktor sokmaktı. Böcek merakını ve bu merakı paylaşan herkese duyduğu sevgiyi düşündüm. O nedenle ilan verdim ve şansıma tam istediğim gibi birini yani sizi buldum. Güçlü bir yardımcı şarttı çünkü biliyordum ki deliliği ancak bir cinayet teşebbüsü ile kanıtlanabilirdi ve bu teşebbüsün şahsıma yöneleceğinden emindim çünkü aklı başındayken beni çok sever sayardı. Sanırım sizin zekanız geri kalan boşlukları doldurmaya yetecektir. Saldırının gece olacağını kesin olarak bilmiyordum ama bunun daha muhtemel olduğunu düşündüm çünkü böyle vakalarda kriz nöbetleri genellikle sabahın ilk saatlerinde gerçekleşir. Ben çok heyecanlı bir insanım ama kızkardeşimin hayatından bu tehlikeyi başka nasıl savuşturabilirim bilemedim. Sanırım artık delilik raporunu imzalayacağınızı varsayabilirim. " "Şüphesiz. Ancak İKİ imza gerekli." "Benim de doktor olduğumu unutuyorsunuz. Kağıtlar şurada etajerin üstünde, eğer sizce uygunsa şimdi imzalayabilir misiniz, böylelikle sabaha hastayı göndermiş oluruz." İşte meşhur böcek avcısı Sör Thomas Rossiter’ın evine ziyaretim böyle bitmişti ve bu aynı zamanda benim şöhret basamaklarına attığım ilk adımdı çünkü Leydi Rossiter ve Lord Linchmere sadık birer dost çıktılar ve ihtiyaçları olduğunda onların yanında bulunduğumu hiç unutmadılar. Sör Thomas’ın iyileştiği söyleniyor ve hastaneden çıktı ama sanırım yine de eğer Delamere Court’da bir gece daha geçirecek olsam kapımı içeriden kilitlerdim.

No comments: